Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’nda konuştu.
Erdoğan’ın konuşmaları şöyle;
11 bin 580 adet başvuru oldu Kamu Denetçiliği kurumumuza. Bu başvuruların incelenmiş ve neticelenmiş olmasından memnuniyet duyduğumu ifade etmek isterim. 2002 sonundan itibaren demokratikleşme adına tarihi adımlar atıldı. Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kurulması bu adımlar arasında önemli yer tutuyor. AYM’ye bireysel başvuru hakkı da devrim niteliğinde bir anlam taşıyor.
Türk devletlerine baktığınızda Divanı Mezalim gibi kurumların olduğunu görürsünüz. Kimi zaman sultanlar camilere gidip namazın ardından vatandaşın dertlerini dinliyorlardı. Osmanlı’da kadılık, şeyhülislamlık gibi makamlar halkın sorunlarını dinliyorlardı. Devlet öncelikli yapı asla yok, insan öncelikli bir yapı söz konusu. O dönemde İstanbul Afrika’nın içlerine kadar hükmediyor, oradaki halkın huzur içinde yaşamasını bu anlayışla temin ediyordu.
Devlet ile birey arasındaki mesafe açıldıkça birey de devlet de zayıfladı. Devlet halkını vatandaşını, vatandaşının taleplerini tehdit olarak görüyorsa kendisini vatandaşının taleplerine korunaklı hale getiriyorsa o devlet zalim bir devlet dönüşür ve zayıflamaktan başka seçeneği kalmaz.
TC hem adil ve güçlü bir devlet hem de uzun soluklu bir devlet olacaksa tarihindeki bu zengin tecrübeleri kullanarak bunu sağlayabilir. Kıyafet, dil, kültür, etnik köken dayatması yoktur. Saraybosna’dan Kırım’a kadar geniş bir coğrafya içinde mezhepler, dinler özgürlük içinde varlıklarını idame ettirmişlerdir. Başörtüsü üzerindeki baskı ve yasaklamaları kaldırdığımızda bundan ülkenin zarar göreceği iddia ediliyordu.12 yıl içinde tüm iddiaların tam tersi gerçekleşti. Bireyin hak ve özgürlükleri genişledikçe devlet güçlendi. Kaldırılan her bir yasak hem bireyi hem de iddia edilenin tersine devleti, milleti, ülkeyi güçlendirdi. Hiçbir devletin yasaklarla, korkularla varabileceği bir hedef yoktur. Bireyi kendisi için tehdit olarak gören devletin adil olabilme imkanı yoktur.
Tüm anlamsız aysak ve kısıtlamalardan kurtulmayı sarsılmaz bir hedef olarak muhafaza edecektir Türkiye. Birey için özgürlük ne kadar haksa güvenlik de o kadar haktır. Özgürlüğün olmadığı yerde güvenlik olmaz.Güvenliğin olmadığı yerde de özgürlük olmaz. Güvenlik öne çıkarsa özgürlük kısıtlanır. Özgürlük başkasının özgürlük alanını ihlal edecek şekilde sınırlanırsa o zaman da güvenlik sarsılır. En mükemmel seviyede olduğumuzu iddia etmedik. Böyle bir iddia içinde olursa bu bizi ciddi yanılgıya sevk eder. Türkiye bu kararlı reformlarını zor bir coğrafyada, yoğun terör saldırılarına ve içerideki değişime karşı yoğun bir dirence karşı yapan bir ülkedir. Özgürlüklerin genişlemesinden zarar gören terör örgütü ve onun uzantısı olan siyasi partiye karşı mücadele verdik.
Bazı siyasi partiler taraftarlarını Kobani’ye karşı sokağa çağırdılar. Basın açıklaması yapmak, protesto yapmak elbette demokratik haktır ama ne oldu birkaç gün içinde 42 insan gösterilerde hayatını kaybetti. Binlerce işyeri yakıldı, yıkıldı. Kamu ve sivile ait bina ve araçlar yakıldı. Bingöl’de 2 polisimiz şehit edildi. Şimdi biz bunlara demokratik hak mı diyeceğiz. Bu vandallığa gösteri hakkı mı diyeceğiz. Dünyanın neresinde böyle bir hak var? Ben Batı’yı iyi bilen birisiyim. Bizi kıyasıya eleştiren o uluslararası medyaya soruyorum: Kendi ülkelerinde böyle bir vandallığa özgürlük diyebilirler mi?
Eylül’de BM Genel Kurulu’ndaydım. Özel bir toplantı yapıldı. Toplantıda IŞİD denilen bu terör örgütünün attığı adımların değerlendirmesi yapılırken interneti, Twitter’ı çok iyi kullandığı dile getirildi ve buna karşı bazı tedbirlerin alınması gerektiği gündeme geldi. Sosyal medyada bunu değerlendirirken bunu tek taraflı görmek yanlış. Bir katilin elinde bıçak var. Bir de doktorun elinde neşter var. Doktorun elindeki neşter hayat kurtarır, katilin elindeki bıçak öldürür. Bunu ayırmamız lazım. Neşter mi yoksa bıçaktan yana mıyız.
Twitter’da tehdit mesajı yayınlayanların, bomba ihbarı yapanların başka ülkelerde nasıl sınır dışı edildiğini görmemiz lazım. Ama Türkiye’de şu bakanın ev adresi şu, gidelim basalım deyince bu örgütlü bir karalama kampanyasına dönüşebiliyor Türkiye’de bazı siyasiler, dışarda medya Türkiye’de basın özgürlüğü yok denilerek acımasızca eleştiriyorlar. Ama Gazze saldırıları karşısında işinden atılan gazeteciler hiç konu olmuyor.
Geçen yıl Gezi olayları sırasında hayatını kaybeden bir çocuğun ölü bedeni üzerinden her türlü aşağılık saldırıya maruz kaldık. Taaa okyanus ötesinden ölen çocuğun mezhebine de vurgu yaparak timsah gözyaşlarıyla taziyeler yayınladılar. Ancak bu gösteriler sırasında silahla öldürülen Burak kimsenin dikkatini çekmedi. İstanbul’da talihsiz ölen çocuk sahte ifadelerle ‘ekmek almaya gidiyor’, halbuki hiç alakası yok, maşa olmuştu. Böyle ifadeler tasarladılar. O reklamcılar nerede.
O çocuğu siyasi istismar aracı yapanlar nerede, Suriye’de 300 bin kişinin öldürülmesine susacaksın, sonra Kobani için konuşacaksın. Halbuki Kobani’de kimse yok. Kobani’den 200 bin Kürt bizim ülkemizde. ABD’nin hava operasyonu IŞİD’in oradaki kuşatmasıyla ilgili bir konu. Kobani stratejikse bizim için, ABD için değil. Benim için neticesi ölüm olan her şey suçtur. Şu anda Meclis yeni güvenlik tedbirlerini yasalaştırmak için çalışıyor. O malum koro yine işbaşında bakıyorsunuz. Yüzüne maske takıp, sivillere saldıran bir anlayış dünyanın hiçbir yerinde demokratik hak kavramının arkasına saklanamaz.
Devlet sokaktaki, evdeki vatandaşının can güvenliğini temine demiyorsa, kamu mülkünü koruyamıyorsa o ülkede özgürlük olmaz. Türkiye’nin 90’lı yıllara dönmesine asla müsaade etmeyiz. Polisimize, askerimize bireyin hakkını ihlal edecek yetki vermeyiz, verilen yetkiyi aşmasına da asla göz yummayız. Zaten kamu denetçiliği kurumu, AYM’ye bireysel başvuru hakkı bu yüzden var. Sosyal medyada hakları ihlal edilen mağdurların özgürlüğü de savunulmazsa oradan özgürlük değil hak ihlali doğar.