Eklem, Mafsal olarak da bilinir, omurgalıların iskeletinde , birbirine komşu iki ya da daha çok kemiği birleştiren yapı. Yapısal olarak, birleştirdikleri kerniklerin birbiri üstünde hareket etmesine olanak veren oynar eklern ve kemikleri hareket etmeyecek biçimde birleştiren oynamaz eklem olmak üzere başlıca iki tip eklem vardır.
Kemikler arasındaki boşluğun sinovya denen kayganlaştırıcı bir sıvıyla dolu olduğu eklemler (diartroz ya da sinovyal eklem) oynar; sıvısı olmayan eklemler (sinartroz) oynamaz ya da yan oynar türdendir. Oynar eklemlerin tümü kalıcıdır; eklemlenen kemikleri kaynaştırarak sabitleştirecek bir hastalık ya da cerrahi girişim söz konusu olmadıkça, böyle bir yapı eklem özelliğini sonsuza değin korur. Oysa, oynamaz eklemlerin bir bölümü kalıcı, bir bölümü geçicidir; geçici bir eklernde, eklemlerıerı kemikler doğumdan sonra er ya da geç mutlaka kaynaşır. Örneğin, altçene eklemi ile ortakulak kemikleri arasındaki eklemler dışında, kafatasının bütün eklemleri geçicidir. Oynar eklemlerde, kemiklerin yapabileceği başlıca hareketler tek eksen üstünde dönme, açısal dönme, kayma ve ötelenme hareketleridir. Bir kemiğin uzun ekseni çevresindeki dönme hareketinin en tipik örneği, önkoldaki (altkol) döner kemiğin (radius), avuç içi yere ya da yukarı bakacak biçimde çevrildiğinde üstkol kemiğinin (humerus) alt ucu üstünde dönerek dirsek kemiği ne (ulna) göre konum değiştirmesidir. Açısal dönme hareketinde, hareketli kemiğin uzun ekseni ile sabit kemiği n belli bir karşılaştırma çizgisi arasındaki açı değişir; dirseğin bükülmesi ve gerilmesi (düz olarak uzanması) açısal harekete örnek gösterilebilir. Altçene kemiğinin şakak kemiği üstündeki kayma hareketi ise, çenenin sağa ve sola doğru kayarak hareket etmesine olanak verir. Bir kerniğin öbürkemiğe yaklaşması ya da uzaklaşması, fiziksel anlamda bir ötelenme hareketidir; altçerıenin, çiğneme hareketi sırasında yukarı ve aşağı doğru gidip gelmesi ya da omurların birbirine yaklaşıp uzaklaşması ötelenme hareketidir. Sinovya sıvısı olmayan ve sinartroz denen eklemler, eklemi oluşturan dokuların yapısına göre lifsi, kıkırdaksı ve lifsi-kıkırdaksı olmak üzere üçe ayrılır. Eklemlenen kemiklerin, kollajen lif denen beyaz bağdoku lifleriyle birbirine bağlandığı lifsi eklemler oy namaz türdendir. Lifsi eklemlerin en tipik örneği, kafatası kemikleri arasındaki zikzak birleşme çizgileridir (sutura ya da dikiş); geçici olan bu eklemler doğumdan sonra zamanla kaynaşarak oynamaz duruma gelir. Kıkırdaksı eklemler (sinkondroz), aslında, kernikleşmeden önce bir kıkırdak evresinden geçen kemikler arasında kemikleşmeden kalmış, kıkırdaksı kütlelerdir. Artkafa kemiği ile kamamsı (sfenoit) kemik ve kamamsı kemik ile eleksi ya da kalbursu (etmoit) kemik arasındaki eklemler buna örnek gösterilebilir. İki yanındaki kemiklerin büyümesine olanak veren bütün kıkırdaksı eklemler geçicidir ve 25 yaşına gelmeden tümü kaynaşır. Yarı oynar olan lifsi-kıkırdaksı eklemler (simfiz), iki kemiğin gövdelerinin karşılaştığı bölgelerde bulunur. Leğen (kalça) keme rindeki çatı kemiklerini (pubis) birleştiren bir örnek dışında, lifsi-kıkırdaksı eklemlerin tümü omurgadadır. Bütün omurların arasında birer disk bulunur; her diskin orta bölümü (çekirdek) yumuşak ve süngerimsi; çevresi sert ve esnek lifsi dokudan oluşur. Insanda 23 tane olan omurlar arası diskler, omur çiftlerinin birbirlerine göre belli yönde hareket etmesini sağlayarak omurgaya hareket özgürlüğü ve esneklik kazandırdığı gibi, koşma, sıçrama, takla atma gibi bazı güç hareketlerde omurgaya binen yükü karşılayan birer tampon görevini de üstlenir. Oynar eklemlerdeki kemikler, eklem kapsülü denen lifsi bir kılıfla sarılıdır ve aralarında bir boşluk vardır. Bu eklem boşluğu, eklem kapsülünün iç yüzünü döşeyen sinovya zarının kan plazmasından süzdüğü koyu kıvamlı ve yapışkan bir sıvıyla (sinovya) doludur. Bol miktarda hiyalüronik asit içeren sinovya sıvısı hem eklem dokularını besler, hem de eklern yüzeylerini kayganlaştırarak hareketi kolaylaştırır. Bir eklem yüzeyi ya yumurtamsı ya eyersidir; yumurtamsı olanlar bütün yüzeyi boyunca dışbükey (yumru) ya da içbükey (çukur); eyersi olanlar ise bir yönde dışbükey, bu yönle dik açı yapan yönde içbükeydir. Birinin eklem yüzeyi dışbükey, öbürünün içbükey olan iki kemiği birleştiren yumurtamsı yüzeyli eklemlerde, erkek denen dışbükey yüzey, dişi denen içbükey yüzeyden her zaman daha büyüktür ve iki yüzeyarasındaki büyüklük farkı ne kadar fazla olursa eklemin hareket yeteneği de o kadar artar. Oynar eklemler, eklem yüzeylerinin anatomik yapısına göre başlıca yedi grupta sınıflandırılır: Düz eklem, menteşemsi eklem, döner eklem, eyersi eklem, elipsimsi eklem, küremsi eklern ve çift yumrulu eklem. Düz eklemde, eğriliği az olan yumurtamsı ya da eyersi yüzeyler eklemlenir ve yalnızca hafif bir kayma hareketi yapabilir. Eğriliği az olan eklem yüzeylerine genellikle düz yüzey denirse de, gerçekte hiçbir eklem yüzeyi tam anlamıyla düz değildir. Elin tarak kemikleri arasındaki eklemler düz ekleme örnek gösterilebilir. Menteşemsi eklem, her iki kerniğin eklem yüzeylerinin sağ ve sol yanının yumurtamsı olduğu değişik bir eyersi eklem tipidir. Böyle bir eklem, kemiklerin tıpkı bir kapı menteşesi gibi öne ve arkaya doğru hareket etmesini sağlar. El parmaklarının kemikleri ve dirsek kemiği ile üstkol kemiği arasındaki eklemler; parmakların ve dirseğin bükülüp açılmasını sağlayan menteşemsi eklemin en tipik örnekleridir. Milsi ya da makaramsı eklem de denen döner eklemde, lifsi bağdokudan oluşmuş bir halka bulunur; bazı döner eklemlerde bu halkanın içinde bir mil dönerken, bazılarında halka bir milin çevresinde döner. Yüzeyleri mutlaka yumurtamsı olan döner eklemin en iyi örnekleri, birinci ile ikinci boyun omurları ve döner kemik ile dirsek kemiği arasındaki eklemlerdir. Eyersi yüzeyli iki kemiği birleştiren eyersi eklem, bükülme-gerilme ve vücut eksenine yaklaştırrna-uzaklaştırma gibi iki tür açısal dönme hareketine olanak verir; bu arada, hareketli kemiğin kendi ekseni çevresindeki dönme hareketi de bu açısal harekete eşlik eder. Vücutta pek çok örneği olan eyersi eklemin en bilinen örneklerinden biri, el başparmağının bilek ve tarak kemikleriyle yaptığı eklemdir; bu eklernde, serbest olan ilk tarak kemiği bilekteki yamuk kerniğin üstünde dönerken, başparmak da kendi ekseni çevresinde dönerek öbür parmaklarla karşılıklı konuma gelir. Yüzeyleri yumurtamsı olan elipsimsi eklem de iki tip harekete olanak verir, ama karşılıklı konuma getirme yeteneği daha azdır. Bu eklemin en iyi örneği, eldeki ikinci tarak kemiği ile ortaparmağın ilk kemiği arasındaki eklemdir . Uç ayrı tip harekete olanak veren tek eklern, küremsi ya da yumrulu-yuvalı denen eklem tipidir. Kabaca bir küre parçası biçiminde olan erkek eklem yüzeyinin dişi parçadaki bir yuvaya oturduğu bu eklemde, kemiklerden biri çeşitli yönlerde açısal dönme hareketi yaparken öbür kemiğin ekseni çevresinde de dönebilir. Küremsi eklemin vücuttaki en iri ve en tipik örnekleri kalça ve omuz eklemleridir. Çift yumrulu eklernde, kemiklerden birinin iki ayrı yüzeyi öbür kemiğin karşılık düşen iki ayrı yüzeyiyle eklemlenir. Erkek yüzeylerden ikisi de aynı kemikte ve aynı tiptendir (yumurtamsı ya da eyersi). Biri mutlaka açısal dönme, öbürü başka tipten bir açısal dönme ya da kendi ekseni çevresinde dönme olmak üzere iki ayrı harekete olanak veren bu ekleme, kaval kemikleri arasındaki eklem örnek gösterilebilir. Bazı eklem yüzeyleri birbiri üstüne tam oturmadığı için, iki yüzeyarasındaki uyumu sağlayacak ek parçalar gerekebilir. Bu tür eklemlerde, iki yüzeyarasındaki eklem boşluğu boyunca uzanan lifsi kıkırdaksı doku parçalarına, tam bir daire biçimindeyse eklem diski, yarım ay biçimindeyse meni sk ya da menisküs denir. Orneğin, altçene kemiğinin şakak kemiğiyle, göğüs kemiğinin köprücük kemiğiyle ve dirsek kemiğinin el bileği kemikleriyle eklemlendiği yüzeyler arasında eklem diskleri bulunur. Ote yandan, diz ekleminde bir çift, köprücük kemiği ile omuz başı arasında da tek ve küçük bir menisk vardır. Bu lifsi kıkırdakların işlevi, eklem yüzeyleri arasındaki uyumsuzluğu gidererek kemiklerin birbiri üstünde rahatça kaymasına yardımcı olmaktır.
Bir eklemdeki kemikleri birbirine bağlayan kollajen lif demetine bağ adı verilir. Yakın zamana değin, eklemlerıen kemikleri yerinde tutma görevini bu bağların üstlendiği sanılıyordu; oysa bugün, kemiklerin ekle md en ayrılmasını önleyen eklem öğesinin kaslar olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır. Ayrıca bütün oynar eklernlerde eklerrı boşluğunun içine doğru uzanan yağ yastıkçıkları bulunur. Dirsek, diz ve ayak bileği eklemlerinde oldukça büyük olan bu yastıkçıkların işlevi, eklemin iç hidrodinamiğine katkıda bulunmaktır. Gerçekten de, vücuttaki yağ sıvı halde bulunduğundan, kolayca biçim değişikliğine uğrayabilen yağ hücreleri eklem hareket ettiğinde aynı yöne doğru akan sinovya sıvısının bıraktığı boşluklara yayılarak sıvının girdapsı hareketini dengeler. Oynar bir eklemin kapsülü, bağları ve sinovya zarı, eklemin çevresindeki atardamarlardan ayrılan ince kılcal damarların taşıdığı kanla beslenir; buna karşılık eklemin hareketli kıkırdak parçalarını, disklerini ve menisklerini besleyen doğrudan doğruya kan değil, kan plazmasından süzülen sinovya sıvısıdır. Bu sıvı eklemin hareketiyle kıkırdakların yüzeyine dağıldığından, eklemin bu öğelerinin sağlıklı kalabilmesi için eklemleri harekete geçirecek düzenli egzersizler büyük önem taşır.
Eklem hastalıkları: Bir ya da daha çok eklemi tutabilen, akut ya da kronik olabilen eklem hastalıkları ölümcülolmamakla birlikte, en önemli sakatlık nedenlerinden biridir. Her yaş grubunda görülebilen, ama en çok yaşlılıkta ortaya çıkan bu hastalıkların bir bölümünde, eklem ve çevresinde şişme, ağrı, kızarıklık ve yanmaya yol açan iltihap belirtileri ön plandadır; bir bölümünde ise iltihap belirtileri ikincildir. Genel olarak, iltihaplı tüm eklem hastalıklarına artrit(*); sinovya zarının iltihaplanmasına sinovit; kaslar, eklemler, kirişler ve bağlar da dahilolmak üzere iskelet sistemindeki herhangi bir yapıyı etkileyen tüm rahatsızlıklara ise romatizma adı verilir. Eğer eklemlerdeki iltihaplanmanın nedeni mikroorganizmalar ise septik artrit(*) söz konusudur. Septik artritle aynı belirtileri veren, ama nedeni tam olarak bilinmeyen romatoit artrit (*), genellikle diz ve el bileği gibi çift olan eklemleri etkileyerek tüm olguların yaklaşık üçte birinde ciddi boyutlarda hareket yitimine yol açar. Yalnızca belli bir organ sistemini etkileyen ya da tüm vücuttaki kollajen bağdoku liflerini tutabilen kollajen doku hastalıklarında, eklemlerle ilgili yakınmalara sık rastlanır. Deri belirtileri, eklem ve gözlerde iltihap, böbreklerde ya da merkez sinir sisteminde bozukluklarla tanımlanan kızartılı lupus(*) ile romatoit artrite benzeyen, ama daha çok streptokok cinsi bakterilerden ileri gelen ateşli romatizma(*), kollajen doku hastalıklarının en yaygın örneklerindendir.
İltihapsız eklem hastalıklarının başında, incinme, örselenme ve yaralanmalardan kaynaklanan burkulma, kırık ve çıkıklar gelir. Kiriş, bağ ya da kasların ani ve ters bir hareket sonucunda örselenmesi olan burkulma, normalolarak birkaç günde iyileşir. Daha sert bir darbe bu yapıların yırtılmasına yol açacağından, bu tür örselenmelerde iyileşme, ayrılan uçlar arasındaki lifsi bağdokunun artmasına bağlıdır. Eklem çıkıklarının tedavisinde eklemi uzun süre hareketsiz tutmak, bazı durumlarda ise ameliyat gerekir. Diz eklemindeki menisklerin yırtılması da daha çok atletler ile futbolcularda görülen ve çoğu kez cerrahi tedavi gerektiren bir doku örselenmesidir. Eklem kıkırdaklarını tutarak zamanla bu dokuların yıkımına yol açan osteoartrit(*), orta yaşın üstündeki tüm erişkinleri bir ölçüde etkileyen çok yaygın bii hastalıktır. Kalça eklemini tuttuğunda doku yıkımı ve sakatlık olasılığı iyice artar. Eklemlerin doğuştan ya da kalıtsal bozuklukları bazen doğum anında anlaşılmayabilir. Doğuştan kalça çıkığı gibi (bak. kalça) yapısal bozukluklar çoğu kez doğumda ya da yaşamın ilk aylarında fark edilirken, metabolizma hastalıklarından kaynaklanan yapısal bozukluklar genellikle daha geç ortaya çıkar. Eklem hastalıklarının öbür nedenleri arasında, raşitizm ve iskorbütle sonuçlanan beslenme bozuklukları; eklem boşluğunda kan birikmesine (hemartroz) yol açan hemofili; kol ve bacak eklemlerindeki kıkırdak dokusunun aşırı artmasına neden olan akromegali gibi iç salgıbezi hastalıkları ve Charcot hastalığında olduğu gibi sinir sistemi bozuklukları sayılabilir.
Mezozoyik (İkinci) Zamandan (y. 225-65 milyon yıl önce) kalma fosillerde ve Mısır mumyalarında bile saptanan, buna karşılık yakın zamanlara değin başka hastalıkların belirtisi olarak yorumlanan eklem hastalıklarının tanısında, kemik hastalıklarının temel tanı yöntemi olan X ışinları çok yardımcı olamaz. Bu nedenle, hekimin bu konudaki en büyük yardımcısı, eklem boşluğundan iğneyle çekilen sinovya sıvısının incelenmesidir. Bu sıvının kıvamı ve ağdalılık derecesi, akyuvar sayısı, sinovya dokuları arasında mikroorganizmaların bulunması, eklem hastalığının niteliği ve mikrobik olup olmadığı konusunda bilgi verir.