Alban Berg, (doğum 9 Şubat 1885, Viyana – ölüm 24 Aralık 1935, Viyana, Avusturya), atonal türde yapıtlar veren besteci. Müzikle ilgili birkaç kısa yurt dışı gezisi ve Avusturya Alpleri’ndeki yıllık yaz dinlenceleri dışında Berg’in yaşamı hep doğduğu kentte geçti. Romantik eğilimli bir genç olarak önceleri edebiyatla ilgilendi. Ama Viyana’nın çoğu orta sınıf ailesinde olduğu gibi, kentin müzikle dolu genel havası Berg’ lerin evine de yansıyordu. Berg, sistemli bir müzik öğrenimi görmeden, babasının ve ağabeyinin özendirmesiyle beste yapmaya başladı. Çoğu yayımlanmamış olan bu ilk çalışmaları, 100’ü aşkın şarkı ve piyano ikilisinden oluşur.
Eylül 1904’te Arnold Schoenberg’le tanışması, Berg’in yaşamını belirleyici biçimde etkiledi. Babasının ölümü üzerine, kompozisyon derslerine para ayıramayacak duruma gelmişti; ama Schoenberg, onun yeteneğini hemen fark ederek genç adamı parasız öğrenci olarak derslerine kabul etti. Schoenberg’in insan olarak davranışları ve savunduğu müzik ilkeleri, sonraki altı ‘yıl boyunca Berg’in sanatçı kişiliğine biçim verdi.
Halk karşısına çıkan ilk yapıtı, 1907 sonbaharında Schoenberg’in öğrencileri çevresinde çalınan Opus 1 Piyano Sanatı (1908) oldu. Bunu, müzik abidesi olarak gördüğü Gustav Mahler ile Richard Wagner’den çok etkilenmiş olan Opus 2 Dört Şarkı (1909) ve Opus 3 Yaylı Çalgılar Dörtlüsü (1910) izledi.
1911’de, Avusturyalı yüksek rütbeli bir subayın kızı Helen Nahowski ile evlenen Berg Viyana’da, yaşamının sonuna değin kendini müziğe adayacağı bir daireye yerleşti. Ama kentin entellektüel yaşamına da katılıyordu; modern mimarlığın öncülerinden Adolf Loos ve ressam Oscar Kokoschka en yakın dostları arasındaydı. Berg’in yaratıcı etkinliğinin bir özelliği, ansızın uyanan bir esinin doğurduğu müziksel düşüncelere son biçimlerini verirken ağır, çoğunlukla da duraksamah çalışmasıydı. Ince eleyip sık dokuyan ve hep kusursuzu arayan bu beste tarzı, onun oldukça az yapıt vermiş olmasını da açıklar. Schoenberg’in yanındaki öğrencilik yıllarından sonraki ilk yapıtı olan Opus 4 Beş Orkestra Şarkısı’nı Berg 1912’de bitirdi. Bu yapıtın esin kaynağı, alışılmadık bir kişiliği olan Viyanalı şair Peter Altenberg’in dostlarına ve düşmanlarına posta kartıyla gönderdiği mesajlardı. Berg, bazıları erotik içerikli olan bu metinlerden, eski bestelerinden de daha gelenek dışı bir müziğin temeli olarak yararlandı. Ama bu şarkılardan ikisi Mart 1913’te Edebiyat ve Müzik Akademik Derneği’ndeki bir konserde sunulduğunda karışıklıklar çıktı, icracılarla izleyiciler birbirine girdi.
Berg’in ilk sahne yapıtının doğmasına unutulmaz bir tiyatro olayı yol açtı. Georg Büchner’in, kendisini aldatan sevgilisini öldürdükten sonra gölde intihar eden, ezilmiş bir asker üzerine kurulu oyunu Woyzeck’e hayran kalmıştı. Ama bu konuyu bir opera haline getirme isteği I. Dünya Savaşı yüzünden gecikti. Sağlığı sürekli kötü olduğu için, Berg savaş sırasında Savunma Bakanlığı’nda görev yaptı. Opera üzerinde çalışmaya başladığında, 25 sahneyi üç perdede toplamak gibi güç bir işle karşı karşıya kaldı. 1917’de libretto tamamlandıysa da, Berg bu metni savaşın sonuna değin bestelemeye girişemedi, 1921’de bitirdiği operaya Wozzeck (Woyzeck adının eski biçimi) adını verdi ve gençlik yıllarında Viyana’nın müzik yaşamına damgasını vurmuş olan besteci ve yönetmen Gustav Mahler’in dul eşi Alma Mahler’e adadı.
Atonal müziğin belki de en sık sahnelenen tiyatro yapıtı olarak Wozzeck, Berg’in toplum sorunlarını opera bağlarını içinde ele alma yolundaki ilk girişimiydi. Çeşitli açıklamalarından, bu operada, öykü kah ramanının trajik yazgısından çok daha fazlasını betimlemek istediği bellidir. Gerçekte,. onu insan varoluşunun simgesi kılmayı amaçlar. Müzik açısından operanın bütünlüğü, içine geleneksel biçimlerin (örn. passacaglia ve sonat), popüler müzik üslubunda alıntıların, yoğun kromatizmin (beste tonalitesi dışında notalar kullanma), aşırı atonalite ve geleneksel tonaliteye geçişlerin yerleştirildiği büyük ve kapsamli simetrilerle sağlanır. Bunların tümü de ruhsal ve dramatik etkisi olan bir yapıt yaratma işlevine yöneliktir. Schoenberg’in oniki ton tekniğindeki ilk yapıtlarından önce bestelenmesine karşın Wozzeck, kromatik dizinin 12 sesini kullanan bir tema içerir.
Wazzeck’in tümü ilk kez, 137 provadan sonra, 14 Aralık 1925’te Berlin Devlet Operası’nda Erich Kleiber yönetiminde sunuldu. Yapıt pek çok eleştiriyle karşılaştı. Olumsuz tutuma örnek, Deutsche Zeitung’ daki bir eleştirmenin tepkisiydi: “Devlet Operası’ndan çıkarken. tiyatroda değil de sanki bir tımarhanede bulunmuşum duygusuna kapıldım… Alban Berg’i bir müzik sahtekarı ve toplum için tehlikeli bir müzikçi sayıyorum.” Oysa bir başka eleştirmen, operayı Wozzeck’in yoksul, kaygılı, darmadağınık, kargaşa içindeki ruhundan çıkan bir müzik, sese dökülmüş bir görüntü olarak betimliyordu. Aynı zamanda seçkin bir kompozisyon öğretmeni olarak da tanınan Berg, Wozzeck’in tamamlanmasından sonra ilgi alanını oda müziğine kaydırdı. 1925’te Schoenberg’in 50. doğum yılı onuruna keman, piyano ve 13 üfleme çalgı için Opus 8 Oda Konçertasu’nu yazdı. 1928’de bestelemek için yeni bir opera metni arayan Berg, bunu Alman tiyatro yazarı Frank Wedekind’in iki oyununda buldu. Erdgeist’tan (Toprağın Ruhu) ve Büchse der Pandam’dan (Pandora’nın Kutu su) Lulu (ös 1937) operasının başkarakterini oluşturdu. Kışa aralıklarla yedi yıl yapıt üzerinde çalıştı. Oldüğü sırada üçüncü perdenin orkestrasyonu tamamlanmamıştı.
Bu eksiği Avusturyalı besteci Friedrich Cerha kapattı ve opera ilk kez 1979’da Paris’te oynandı. Simgesel, müziği yönünden karmaşık, anlattıkları açısındansa iyice dışavurumcu bir yapıt olan Lulu, baştan sona oniki ton tekniğiyle bestelenmişti. 1933’te Almanya’da Nazilerin iktidarı ele geçirmesi üzerine Berg gelirinin büyük bölümünü yitirdi. Ne Berg ne de dostu ve çalışma arkadaşı Anton von Webern, öğretmenleri Schoenberg gibi Yahudi olmamakla birlikte, tıpkı onun gibi “yozlaşmış” sanatın birer temsilcisi sayıldı, yapıtları sahnelerden ve konserlerden uzak tutulmaya başladı. Bestelerinin Avusturya’da çok az ilgi görmesi, Berg’in büyük acı duymasına yol açarken, ülke dışında Avusturya müziğinin temsilcisi olarak gitgide daha çok sözü ediliyor, yapıtları bellibaşlı müzik şenlik lerinde çalınıyordu.
Berg’in tamamlanmış olan son yapıtı Keman Konçertosu, olağanüstü koşullarda ortaya çıktı. 1935’te ABD’li kemancı Louis Krasner ona bir keman konçertosu ısmarlaınıştı. Berg, her zaman olduğu gibi başlangıçta işi ağırdan aldı. Ama o sıralar Mimar Walter Gropius ile evlenmiş olan Alma Mahler’in 18 yaşındaki güzel kızı Manon’un ölümü, Berg’i derinden etkiledi; onu bir tür requiem olarak bu yapıtı bestelemeye ve “bir meleğin anısına” (Manon’a) adamaya yöneltti. Bu esin kaynağıyla hemen yoğun bir çalışma havasına giren Berg, Avusturya’da Karnten ilindeki villasına çekilerek konçertoyu altı haftada tamamladı. Krasner’in Nisan 1936’da Barselona’da seslendirdiği bu yapıt, yalnızca Manon Gropius’ un değil, Alban Berg’in de requiem’i oldu. Konçerto, 20. yüzyılın çok kişisel, ama başta gelen keman konçertolarından biriydi. Duygusal içeriğine, oniki tonla ve hem simgesel, hem de müziksel daha pek çok başka kaynağın katkısıyla ulaşılmıştı. Berg, Kasım 1935 ortalarında Viyana’ya hasta döndü. Tümüyle Lulu’yu bitirme isteğiyle dolu olmasına karşın, ertesi ay kan zehirlenmesinden hastaneye yatırıldı; sağlığının iyi ye gidiyormuş gibi göründüğü bir sırada ansızın öldü.
Çarpıcı ve çekici bir görünüşü, ağırbaşlı ve soylu bir davranış tarzı olan Berg’in gönlü yüce kişiliği mektuplarında ve dostları arasındaki davranışlarında ortaya çıkardı. Oğrencilerini, önemli yapıtlar üretmeye özendiren seçkin bir kompozisyon öğretmeniydi. Yaşadığı sırada pek az onurlandırıldı; oysa ölümünün üzerinden daha birkaç yıl geçmeden, gelenekten kopan, radikal bir teknikte ustalaşmış bir besteci olarak görülmeye başladı. Schoenberg ve Webern ile birlikte, bir 20. yüzyıl Viyana müzik okulu yarattığı da herkesçe kabul edildi.
Berg’in güçlü ve karmaşık yapıtları bir dizi müziksel kaynağa dayanırsa da, bunlara biçim veren, özünde birkaç temel tekniktir: Geleneksel tonalite çatısını neredeyse silen, gerçekte geae de o çatı içinde kalan karmaşık bir kromatik dışavurumculuk; klasik müzik formlarının atonal bir içerikle yeniden uyarlanması, yani merkezi önem taşıyan bir notaya dayalı geleneksel tonal yapının terk edilmesi; Schoenberg’in atonal müziği yapılandırma yöntemi olarak geliştirdiği oniki ton yaklaşımının ustaca uygulanması. Berg bu yeni aracı öylesine ustalıkla işlemiştir ki, bestelerinin klasik temelleri gözden silinmemiş, o yüzden de sık sık “modern müziğin klasiği” olarak anılmıştır.
ÖBÜR YAPITLAR: Orkestra müziği. Opus 6 Orkestra İçin Üç Parça (1914), Keman Konçertosu (1935). Oda müziği. Opus 5 Klarnet ve Piyano İçin Dört Parça (1913), Opus 10 Lirik Süit (1925-26). Vokal müzik. Opus 11 Der Wein, orkestra eşliğinde konser aryası, Charles Baudelaire’den çevrilen metinle (1929; Şarap). ilk Dönemden Yedi Şarkı (1905-08).