Askeri Rejim, sivil yönetimin askeri bir darbeyle devrilmesi ve yasama, yargı ve yürütme yetkilerinin askeri bir organ da toplanmasıyla oluşan olağandışı yönetim biçimi. Tarihte değişik koşullarda çeşitli biçimlerde ortaya çıkmış olan askeri rejimlere özellikle bağımsızlığını yeni kazanmış ve demokrasi geleneği kökleşmemiş ülkelerde sık sık raslanmaktadır.
Özellikle 20. yüzyılda, bazı ülkelerde askeri darbeler neredeyse olağan hale gelmiştir. Ama askerlerin devleti ele geçirme girişimleri çok yeni bir olgu değildir. 19. yüzyıl boyunca özellikle Meksika, Peru ve Şili gibi Latin Amerika ülkelerinde çok sayıda. askeri darbe görüldü. 1832-76 arasında İspanya’da ve uzun yıllar boyunca Balkanlar’da askeri darbeler birbirini izlemiştir. Günümüzde askerlerin siyasete müdahalelerinin daha çok dikkat çekmesinin bir nedeni, bunların dünyanın pek çok yerindeki genç devletlerde sık sık görülmesidir. Birçok durumda askeri müdahaleler görece kararlı yönetimler oluşturmakta, böylece askerlerin siyasal rolü olağandışı ya da geçici olmaktan çıkmaktadır.
Askeri müdahalelerin ve rejimlerin çoğu daha önceleri sömürge bağımlılığı içinde bulunan ülkelerde görülmektedir. Bunun en belirgin örneklerine, 1820’lerde yıkılan İspanyol ve Portekiz imparatorluklarının yerini alan Latin Amerika ülkelerinde rastlanır. Öte yandan, Ortadoğu ülkeleri Osmanlı ımparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Afrika ve Güney Asya’daki ülkeler de İngiliz, Fransız, Belçika ve Hollanda’nın buralardaki egemenliği sona erince bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Bu genç devletlerin çoğunda çeşitli aralıklarla askeri müdahaleler olmuştur.
Askeri müdahalelere karşı koyabilen ve tarihlerinde askeri darbe örnekleri pek görülmeyen ülkeler güçlü bir demokratik geleneğe sahip olanlardır. Komünist partilerce yönetilen ülkelerde de, genelolarak, askeri darbe olmamaktadır. Çünkü, askerler ve ordu parti aracılığıyla siyasal iktidara bağımlı durumdadır. Askeri müdahalelerin önemli bir nedeni, sivil yönetimlerin ülkenin karşı karşıya kaldığı ekonomik ve toplumsal sorunları çözmekte yetersiz kalmasıdır. Bu durum, gittikçe yoğunlaşan siyasal bunalımı da birlikte getirir. Sorunlara olağan yönetimler tarafından çözüm bulunamayacağı görüşü giderek yaygınlık kazanır. Demokrasi geleneğinin köklü olmadığı, buna karşılık devlet gücünün askeri kurumlarca da kullanılmasının olağan karşılandığı ülkelerde, bu koşullar askeri darbe ve rejimler için çok uygun bir ortam yaratır. Genç devletlerde sivil yönetimin etkili olmayışı da bağımsızlık mücadelesi sırasında oluşan beklenti ve umutların çoğu zaman düş kırıklığı ve iç karışıklıklara dönüşmesine yol açmaktadır. Bu gibi ülkelerde askerler ve ordu öteki toplumsal ve siyasal kurumlara göre daha örgütlü ve etkili bir güçtür. Ayrıca bu ülkelerde siyasal partilerle sendikalar zayıftır ve bu nedenle de fazla etkili değillerdir. Cezayir ve Endonezya’da olduğu gibi bağımsızlığın silahlı bir mücadeleyle kazanıldığı ülkelerde askerler güçlüdür ve halkın desteğine sahiptir. Bunun yanı sıra, Mısır’ da olduğu gibi, eğer ülke dış baskılarla ya da askeri bir yenilgiyle aşağılanmışsa, ordu ulusun onurunu korumak için öne çıkabilir. Ülkenin birliği iç çatışmalar dolayısıyla tehlikeye düştüğünde de Nijerya, Endonezya ve Pakistan’da görüldüğü gibi ordu “ülkeyi kurtarma” görevini üstlenebilir.
20. yüzyılın ikinci yarısında askeri rejimIerde belirgin bir artış olmasının nedenleri arasında, genç Afrika devletlerinde görüldüğü gibi siyasal durumun kötüleşmesi önemli bir yer tutar. Bağımsızlığın ilanını izleyen ilk dönemlerde askerler tarafsızdır. Ama, daha sonra genellikle yönetimin askeri konulardaki tutumuna ve yabancı subaylara tepki olarak etkin bir biçimde siyasete katılırlar. Bu aşamada, askerlerin muhalefeti açıkça siyasal iktidar mücadelesine dönüşmekte, bir kez iktidarı ele geçirince de bırakmaya hiç istekli olmamaktadırlar. Hemen hemen bütün askeri rejimierde başlangıçta, ülkede siyasal düzen kurulduktan ve seçimler yapıldıktan sonra yönetimin sivillere terk edileceği sözü verilınektedir. Ama, Endonezya’da olduğu gibi seçimler ya sürekli ertelenmekte ve hileli olmakta ya da Pakistan, Arjantin ve Brezilya’da olduğu gibi geçersiz sayılmaktadır. Böylece yönetimin ancak yeni bir askeri darbeyle değiştirilebileceği bir durum yaratılmış olmaktadır. Sonuçta bu tür yönetim değişikliği olağan hale gelmekte, askeri rejim süreklilik kazanmaktadır.
Askeri rejim terimi, görünüşte birbirinden oldukça farklı yönetimler için kullanılmaktadır. Bazı askeri yönetimlerin başında bir kral bulunur, bazılarında ise tek ya da çok partili sistemler yürürlüktedir. Ama hepsinde de nihai güç, hükümette yer alsın almasın askerlerin elindedir; demokratik hak ve özgürlükler ile süreçler de ya büyük ölçüde ortadan kalkar ya da sınırlanır. Bu tür rejimlerin hemen hemen hepsinde görülen bir başka ortak özellik de olağan yönetim dönemlerinin siyasal kurum ve süreçlerini kötülemeye yönelik propaganda kampanyaları aracılığıyla, rejimin kitle desteğini oluşturmayı amaçlayan girişimlerdir. Askeri rejimlerin toplumsal ve ekonomik yaşama müdahale derecesi ise farklı boyutlarda olmaktadır. Bazı askeri yönetimler başlıca ekonomik, toplumsal ve üniversiteler de dahil kültürel kurumlarla kamu hizmetlerini doğrudan doğruya yönlendirirken, bazıları bu alanlara hiç karışmayabilirler. Aldıkları biçim ne olursa olsun, askeri rejimler genellikle toplumda yeni bir yapılanmayı ve toplumsal güçler dengesini belirli toplumsal sınıf ve katmanların istek ve çıkarları doğrultusunda yeniden oluşturmayı amaçlar.