Çağrışım, psikolojide, geçmişte yaşanan bir olay ya da bir deneyim anımsanırken, herhangi bir biçimde bu olayla bağlantısı olan başka olayların ve deneyimlerin de yeniden zihinde canlanacağını belirten genel ilke. Önceleri anımsama ve bellek sorunlarıyla bağlantılı olarak ortaya atılan bu ilkenin uygulama alanı, giderek zihinsel yaşamın asıl duyumlar dışındaki hemen her olgusunu içerecek kadar genişlemiş ve çağrışımcılık, psikolojinin tümünü kapsayan kuramsal bır görüş olmuştur.
Eski Yunan düşünürü Aristoteles, benzerlik, karşıtlık ve bitişıneye dayalı üç çağrışim biçimini tanımlayarak bu konudaki yorum ve tartışmalara ortam. hazırlamışsa da, çağrışımcılık genellikle Ingiliz düşünürlerinin öğretisi olarak kabul edilir. “Düşüncelerin çağrışımı” terimini ilk kez John Locke An Essay Canceming Human Understanding (1690; Insanın Anlama Yetisi Uzerine Bir Deneme) adlı yapıtında kullanmıştır. Sonraki yüzyılda David Hume da A Treatise of Humçın Nature (1739; Insan Doğası Uzerine Bir Inceleme) adlı yapıtında, çağrışımın temel biçimlerini benzerlik yoluyla çağrışım, zaman ve mekanda yakınlıkla (bitişme) çağrışım ve neden ve sonuç yoluyla çağrışim olarak tanımlamıştır.
Hume’dan sonra çağrışım konusunu irdeleyen başlıca Ingiliz düşünürler, 18. yüzyılda David Hartley, 19. yüzyılda ise James ve John Stuart Mill, Alexander Bain ve Herbert Spencer’dır. Çağrışim biçimlerinin sayısı ve adlandırılması konusunda pek çok eleştiri ve görüş ayrılığı olmakla birlikte, genelolarak bütün çağnşımcıların daha çok, duyumcu, mekanik ve atomcu görüşleri savundukları öne sürülmüştür. Bu düşünürlere göre, bilgi önce duyulardan biri ya da birkaçı aracılığıyla edinilir. Zihinsel yaşamın doğal akışı içinde ortaya çıkan yinelemeler, başlangıçtaki duyumsal verilerin birbirine bağlanmasım ve simgesel imgeler ya da düşünceler biçiminde canlanıp yeniden kurulmasını sağlar. Insan bilgisi tümüyle, birbirinden ayrı, basit ve özel deneyimlerden oluşur ve geride artakalan hiçbir öğe bırakmaksızın yeniden bu deneyimlere ayrıştınlabilir.
1880’lerde İngiltere’de, filozof F. H. Bradley ile analitik psikologlar James Ward ve G.F. Stout tarafından çağrışımcılığa karşı sert bir tepki başlatıldı. Bu düşünürler, bilginin yalnızca duyumlar üzerine kurulduğunu yadsıyarak, bütün zihinsel etkinliklerin doğasında bir amaç öğesinin bulunduğunu vurguladılar.
ABD’li filozof ve psikolog William James, Principles of Psychology (1890; Ruhiyat, 1933, 1937) adlı yapıtında, düşüncelerin çağrışımı kavramının yerine, merkez sinir sisteminde birbiriyle örtüşen ya da birbirini izleyen uyaranıarın yol açtığı çağrışim kavramını .yerleştirdi. 1903’te Rus fizyoloji bilgini Ivan P. Pavlov, çağrışım olgusunu. incelemek için tümüyle nesnel yöntemlere başvurarak, bütün davranışların yalnızca ilk ve koşullu reflekslerden kaynaklandığı sonucuna vardı. Koşullu refleks kuramları ve hemen hemen aynı dönemde ortaya atılan davranışçı kuramların çoğu, düşüncelerin çağnşımı konusundaki öğretilerle aynı savlan öne süren, dolayısıyla aynı eleştirilere hedef olan çağrışımcı bir davranış psikolojisi oluştutuyordu. Aynı durum, ABD’de büyük destek gören ve bugün de çeşitli biçimlerde varlığını sürdüren uyaran-tepki psikolojisi için de büyük ölçüde geçerliydi. Çağnşırnın açıklayıcı bir ilke olduğuna ödün vermeksizin inanan araştırmacılar yeni deneyler yaptıkça, . bu konudaki tartışmalar giderek büyüdü. Orneğin bu araştırmacılardan ABD’li Edward L.Thorndike, uyaran ile tepki arasında bağlantı kurulmasında yinelemenin tek başına etkili olmadığını ya da çok az etkili olduğunu gösterdi. The Fundamentals of Learning (1932; Oğrenmenin Temelleri) adlı yapıtında, böyle bir bağlantıda asıl önemli olanın, eylemi izleyen etki olduğunu öne sürdü ve bu etkiyi özellikle hoşnutluk ya da hoşnutsuzluk bağlamında ele aldı. Başka araştırmacılar sonuçlara ilişkin bilginin doğrudan etkili olduğunu savunurlarken, ABD’li psikolog Clark Hull, Principles of Behavior’da (1943; Davranışırı Ilkeleri), tümüyle temel gereksinimlerin giderilmesine ya da çeşitli deneysel koşullarda uyaran ile tepki arasında bağlantı kurulmasını sağlayan dürtünün gücüne dayanan bir öğrenme kuramı geliştirdi.
Bütün bu düşünürler, çağrışırncı ilkelerin tümüyle yadsınmasını değil, köklü değişikliklerle yeniden kurulmasını istiyorlardı. Buna karşılık, Gestaltçı psikologlann da katıldığı başka bir görüş, üst düzeydeki zihinsel süreçler söz konusu olduğunda çağrışımcılığın tümüyle yadsınmasından yanaydı.
Psikolojide, bütün olguların çağrışımcı kuramlarla açıklanmasına karşı yöneltilen eleştirilerin nereye varacağı bugünden söylenemez. Hayvan davranışı üzerinde çalışan psikologlardan ve araştırmacılardan pek azı için bu kuram eski kapsamını ve gücünü korumaktadır. Gene de, birçok psikoloğun, çağnşımı, deneyim birikimi yoluyla gerçekleşen bütün öğrenme biçimlerinde rol oynayan, gerçekten önemli ve etkili bir ilke olarak kabul ettikleri söylenebilir.