Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dolmabahçe’deki ofisinde gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle bir araya geldi.
Davutoğlu; Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ve Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay’ın da bulunduğu toplantıda gündemde ki konulara dayalı ve ilişkin soruları yanıtladı.
Ahmet Davutoğlu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğluve MHP lideri Devlet Bahçeli’ye seslenerek “Muhatabınız artık benim, Cumhurbaşkanı değil. O siyaset ve partiler üstü bir konumda” dedi.
Başbakan Davutoğlu, siyasette ve toplumdaki kutuplaşmayı değerlendirirken, “Ben yumaşamadan yanayım” derken Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin söylem ve tutumlarını eleştirdi. “Ben Kılıçdaroğlu’nu tebrik ettim ama o beni tebrik etmedi. Meclis Genel Kurulu’nda Bahçeli’nin elini sıktım ama o benim gerçek Başbakan olmadığımı söyledi” dedi ve “Bahçeli’nin şahsi nezaketini siyasi nezakete yansıtmasını bekliyorum” diye ekledi.
Başbakan Davutoğlu’nun gündemdeki konulara ilişkin görüşleri şöyle: “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve MHP genel başkanı Bahçeli’nin muhattabı artık benim, Cumhurbaşkanı değil. Cumhurbaşkanı artık siyaset üstüdür. Partiler üstüdür. Muhalefetin siyasi muhatabı Başbakan’dır.”
“Son bir aydır; Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kutuplaştıran tavırlar kimlerden geldi? Sayın Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonraki söylemine baktığınızda kutuplaştıran türden bir tartışmanın parçası olacak bir söylemi olmadığını görürsünüz. Cumhurbaşkanı törenine kim gelmedi? Sayın Kılıçdaroğlu gelmedi. Meclis Genel Kurulu’ndaki tören öncesinde elindeki tüzüğü kim Meclis Başkanı’na fırlattı? O an ben çok üzüldüm. Hatta bir ara gidip yerdeki tüzüğü almayı, Meclis Başkanı’na götürmeyi bile düşündüm. Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan, “Herkesle konuşmaya hazırım” dedi. Yaklaşımı bu oldu. Cumhurbaşkanı Kıbrıs’a gitti. Her partiden milletvekili çağırdı ama CHP’liler gelmedi. Cumhurbaşkanı ve makamının tartışma konusu yapılmaması lazım. Ben yumuşamadan yanayım. Bizden kitap fırlatan çıkmaz. “
“Cumhurbaşkanı herkesle konuşmaya hazırım dedi ama ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu savaş dışında konuşmam dedi. Ana muhalefet liderinin Cumhurbaşkanı ile konuşması için savaş mı lazım?”
“Ben genel kurulda sayın Devlet Bahçeli’nin yanına gittim ve törene katıldığı için elini sıktım ama o sonra benim gerçek başbakan olmadığımı ima eden konuşmalar yaptı. Ben sayın Bahçeli’nin şahsi nezaketini biliyorum. Gerginliği okuduğu metinlerden çıkıyor. O metinleri yazanlar nasıl yazmışlarsa öyle okuyor. Bahçeli’nin şahsi nezaketi siyasi nezakete de yansımalı. Bizlere saygı göstermeyenler bizden saygı bekleyemezler.”
“Ak Parti’ye genel başkan seçildim, Kılıçdaroğlu beni aramadı. Başbakan oldum yine aramadı, tebrik etmedi. O CHP’ye yeniden genel başkan seçildi, ben aradım, tebrik ettim.”
“Önümüzdeki güçlü engelin ikisini aştık. Şimdi önümüzde 2015 seçimleri var. Genel Başkan adayı olarak adımın anılmasıyla birlikte arkadaşlarımla çalışmaya başladık. 10 gün içinde bitirdik. 1 Eylül’de programımızı sunduk. Çalışmalar sırasında iki eğilim vardı:
Birincisi 61. hükümetin devamıyız, sekiz aylık bir program yapalım. İkincisi ise daha uzun vadeli, 2014-2015’i içeren bir program yapalım. Benim düşüncem 2023’ü hedefleyen bir hükümet programıydı. Hükümet 2023’e kadar devam edecekmiş gibi program yapmaktı. Tabii icra çalışmaları sekiz aylık gibi olabilirdi. Kimse sekiz ay sonra bir türbülans beklemesin. İlk hedefimiz 2015’e kadar yürüyen projeleri devam ettirmek. Sekiz aylık bir seçim hükümeti değiliz. Yeni Türkiye tabirinin içini dolduracak çalışmalar yapacağız.
“IŞİD’in kaçırdığı ABD’li gazeteciler kaç aydır oradaydı ama ABD basınına yansımadı, aileleri konuşmadı. Onlardan konuşmamaları istendi, en küçük bir açıklama hayatlarına mal olabilirdi. Kerry bana ABD’li gazetecilerin kaçırıldığını söyleyeli bir yıldan fazla oluyor. Ama ABD basınında çıt çıkmadı. Bizdeyse neredeyse rehinelerin nerede olduğunu gösteren haberler yapılıyor. Bu etik açıdan doğru değil.”
“Küçümsemek için söylemedim, sakın yanlış anlaşılmasın. Adnan Menderes’in yolla anılması kötü bir şey değil, devrim mahiyetindeydi. Ya da Demirel’in barajlarla anılması veya Özal’ın liberal ekonomiyle. Cumhurbaşkanımız (Erdoğan) milli iradenin egemen kılınmasıyla anılacak. Bizim eğer 2023 vizyonu da içinde olarak anılmamız soruluyorsa; evrensel ölçekte demokrasi ve dış politika anlamında da Türkiye’yi küresel bir güç haline dönüştürmek. Hedefimiz bu.”
“Türkiye 14-15 yıl önceki dönemde değil. 3. köprü inşaatını gezdim, gurur duydum. Oradaki yetkililer bana, üçüncü köprü için ‘Bu 21. yüzyılın eseri. Bundaki özellikler 2. ve 1. köprüde yok’ dediler. Büyük yatırımları söz verildiği tarihte, hatta daha öncesinde bitirmeyi hedefliyorlar. Türkiye dünyanın su altından geçen en derin tünelini yapıyor. En geniş köprüsünü, en büyük havalimanını yapıyor. Bu yatırımlar 14-15 yıl önce yapılacak denseydi, bu adam hayal görüyor derlerdi. Şimdi gerçekleştiğini görüyoruz ve heyecanını duyuyoruz.”
‘Ak Parti kurumlaştı’
“Türkiye, Ak Parti iktidarında çok büyük sıçrama gerçekleştirdi. AK Parti iktidarının ilk 5-6 yılı reformcuydu, sonra durdu eleştirisi yapıldı. Ama bu doğru değil. Bunun söyleyenlere ‘Gelin bir karne çıkaralım’ diyorum. Örneğin gerçek demokratikleşme son 3-4 yılda yapıldı. Asker sivil ilişkilerine bakalım. 2007’de e-muhtura vardı. Son Cumhurbaşkanlığı seçimiyse demokratik bir ortamda gerçekleşti. Gayrimüslimlere mülkiyet hakları daha geçen sene verildi. Başörtüsü yasağı daha yeni kalktı. Türkiye’de reformlar durmadı, durmayacak. Hala kat edilecek mesafe var. İkinci atılım dönemine giriyoruz. 90’lı yıllarda dünyada ekonomi ve demokrasi genişliyordu, bizdeyse daralıyor. 2000’li yıllarda ise özellikle 11 Eylül olayından sonra dünyada ekonomi ve demokrasi daraldı. Bizdeyse genişledi. Bu genişleme devam ederken Gezi Olayları sürecinde Türkiye’nin dış algısı negatif yansıtılmaya çalışıldı. Türkiye’yi IŞİD ile özdeşleştiren izlenim yaratılması için çaba gösterildi. Arkasından 17-25 Aralık operasyonları geldi. Gezi’de oluşturulan algı, pekiştirilmeye çalışıldı. Öyle bir atmosfer oluştu ki, her an Türkiye’de bir kaos olacakmış, bir hükümet sorunu yaşanacakmış gibi hava verildi. ‘Dönemin Başbakanı’ gibi ifadeler kullanıldı. Önümüzde 3 kritik seçim vardı. Bunu engelli bir yarışa çevirdiler. 30 Mart seçimlerinde Ak Parti, yüzde 30’da kalacak dediler. Öyle olsaydı nasıl bir Türkiye olurdu? Erken seçime gidilirdi, ne çıkardı? Türkiye kazanımlarını nasıl korurdu? Dinlemelerle yaratılan ortamı, dış işlerinin dinlenmesi olayını, MİT olaylarını hatırlayın.” “Sonra Cumhurbaşkanı seçimleri geldi. Çatı aday çıkardılar. Çatı aday, ne yapabiliriz de Erdoğan’ı durdurabiliriz diye çıkarıldı. Türkiye’yi bir geçiş dönemine, bir türbülansa sokmak istediler. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandıktan sonra bu sefer Ak Parti içinde ne olacak, sorusunu ortaya attılar. Cumhurbaşkanı Gül ne yapacak, sorusunu gündeme getirdiler. Ama onların beklediği hiçbir şey olmadı. Benim ismim üzerinde uzlaşıldı. Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakan değişimini yaptı. AK Parti Genel Başkanı’nı seçti, MYK’sında değişiklikler yaptı. Oysa ANAP iktidarı döneminde genel başkan değişiminde Türkiye’nin kazanımları geri gitmişti. Ardından gelen Demirel dönemi Türkiye’yi 28 Şubat’a kadar götürdü. Bizim ise AK Parti olarak kriz yönetimi kapasitemiz var. Bu sayede hükümet ve parti değişikliği sorunsuz gerçekleşti.” “İster Bizans’tan itibaren, ister Türk tarihinden itibaren deyin Türkiye Cumhurbaşkanı değişimini suhuletle yaptı. İki arkadaş arasında devir teslim gerçekleşti. Bu konu kriz olmaktan çıktı. Şenliğe dönüştü. Sonra da hükümet görevi bana verildi. Hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Bu AK Parti’nin kurumlaştığını gösteriyor.”
“İki mekanizma”
Ben görevi aldıktan sonra saat 3-4’e kadar Başbakanlık’ta, sonra partide çalıştım. İki yeni mekanizma kurduk:
1- Çözüm süreci
2- Ulusal güvenlik
15 günde bir takip edilen süreçlere döndük.
“Suriye’de uçak düşürülmesi olayında olduğu gibi hemen karar verilecek konuların iyi izlenmesi için böyle bir mekanizma oluşturduk. Daha düzenli toplantılar haline getirdik. Toplantı günü olarak çarşamba gününü belirledik. Bizde perşembe devlet günüdür. Cumhurbaşkanı ile paylaşımlar yapılır, arzlar yapılır. Ortak aklın konsovide yapılması sağlanır.”
ÇÖZÜM SÜRECİ: SİLAHSIZLANDIRMA VE ENTEGRASYON
Davutoğlu Türkiye’nin son 50 yılda yaşadığı en önemli sorunlardan birinin Kürt sorunu olduğunu belirterek çözüm süreciyle ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:
“Son 30 yıldır yoğunlaşan ama demokrasiye geçtiğimizden bu yana hatta kökenlerine gidersek 100 yıldır devam eden en önemli sorunlardan biri budur. Vatandaşlık ile tarihdaşlık bağını kurup aidiyeti güçlendirmek gerekir. Biz küçülmüş bir imparatorluğun üzerine kurulduk. Bir harman oluştu. İstanbul’un 100 seneki önceki toplumsal yapısı çok farklıydı. Bugün çok farklı. Süreç içinde aidiyet duygusu zayıflayan gayrimüslümler koptu. Eşitlikçi vatandaşlığı yerleştirirek tarihten gelen dokuyu güçlendirmek lazım.”