Kybele, BÜYÜK ANA TANRIÇA ya da KİBELE olarak da bilinir, Yakındoğu kökenli tanrıça. Luvi dilinde ve Kültepe tabletlerinde Kubaba olarak da geçer. Frigler bu adı Kubile (Matar Kubile) ve Kibebe (K ybebe) biçiminde kullanmışlardır. Sözcük bu sonuncu biçimde Lydia diline de geçmiştir. Ephesosluların Artemis’i ve Romalıların Mater Deum Magna Idaea’sı da (kısaca Magna Mater; Tanrıların ıda Dağlı Yüce Anası) aynı Ana Tanrıça’dır. Bu Ana Tanrıça’ya Anadolu’da 6. binyıldan beri tapınıldığı bilinmektedir. Çatalhöyük ve Hacılar’da bulunan pişrniş topraktan heykelciklerde Ana Tanrıça geniş kalçalı, göbekli ve dolgun göğüslü bir kadın olarak betimlenrniştir. Bazen hayvanlara hükmederken, bazen de tarih dönemlerinde Attis adını alacak olan sevgilisiyle birlikte gösterilmiştir.
Ana Tanrıça kültü İO 14-13. yüzyıllarda Kuzey Suriye’de, Karkamış çevresinde Kubabaf adıyla yaygındı. İÖ 8. yüzyılın ikinci yarısında Friglerin de benimsediği bu tanrıçanın başında kuleye benzeyen bir taç vardı. Taç onun kentlere ve tarıma hükmetmesini simgeliyordu. Friglerin Kybele’ye gösterdiği büyük ilgi en iyi biçimde kaya anıtlarında görülür. Eskişehir ile Afyon arasındaki bölgede, çoğu ormanlık ya da yeşillik bir çevrede, bir kayaya oyularak yapılmış olan bu anıtlardan en tanınanı, Yazılıkaya da denen Midas Anıtı’dır. Üçgen bir çatı alınlığı, süslü bir cephe ve kapı biçiminde bir nişten oluşan, bazısında tanrıça heykelinin de yer aldığı kaya anıtları, büyük bir olasılıkla Ana Tanrıça’nın simgesel tapınaklarıydı.
Kybele’ye adanmış tapınma yerlerinden en büyüğü Gordion’un güneybatısında Dindymos (Agdistis) Dağı eteğindeki Pessinus’ taydı (bugün Ballıhisar). Dağın adından türetilerek tanrıçaya Dindymene ve Agdistis de denirdi. Buradaki siyah renkli taşın, tanrıçanın gökten inmiş bir idolü olduğu kabul edilirdi. Büyük olasılıkla bu bir göktaşıydı. Kybele’nin en önemli özelliği evrensel analığı simgelemesiydi. O yalnızca tanrıların değil, insanların, hayvanların, yabanıl doğanın da yüce anası sayılır, Dağların Anası adıyla anılırdı. Kybele’nin efsanevi hizmetkarları vahşi, yarı canavar Korybantlardı. Kendilerini Kybele’nin hizmetine adayan rahiplere gallos (Latince gallus) denirdi. Bunlar rahipliğe başladıkları zaman kendi kendilerini hadım ederlerdi. Bu davranış Kybele’nin aşığı Attis’in bir çam ağacı altında kendi erkeklik organını kesmesini ve kanını akıtarak ölmesini anlatan efsanenin bir uzantısıydı.
Frigler Kybele’yi o kadar benimsemişlerdi ki, ülkelerinin tümünün Pessinus’taki Ana Tanrıça’nın mülkü olduğunu kabul etmişlerdi. Bunun sonucunda, aslında çok daha eski bir Anadolu tanrıçası olduğu halde, Kybele tarihe bir Frig tanrıçası olarak geçti. Unlü Frigya kralı Midas, tanrıçanın oğlu ve Pessinus’taki tapınağın kurucusu sayıldı. Frigya Krallığı yıkılıp (10 696) bu bölgede Lydia egemenliği başladıktan sonra da tanrıça ulusal karakterini korudu. Metragyrtoi denen Frig dilenci rahipleri bir misyoner gibi köyden köye, kentten kente gezerek bu gizemli dini halk arasında yaymaya başladılar. Böylece Ana Tanrıça kültü Anadolu’da uzun süre yaşadı.
İÖ 204’te Hannibal İtalya’yı istila edince Romalılar Ana Tanrıça’nın Roma’ya getirilmesi durumunda düşmanın yenilebileceği yolundaki bir kehanete uyarak, gökyüzünden indiği söylenen siyah taşı Pessinus’tan kentlerine taşıdılar. Taş, Palatium Tepesinde kurulan bir tapınağa yerleştirildi ve her yıl Ana Tanrıça’nın onuruna Megalensia denen bayramlar düzenlenmeye başladı. Romalıların Kybele’yi Maia, Ops, Rheia, Tellus ve Ceres gibi tanrıçalarla özdeşleştirrnesi, bu kültün sağlam bir biçimde yerle şrnesini sağladı.
Ana tanrıça figürleri hemen hemen bütün eski dinlerde görülür. Ama onlar genellikle yalnızca bereket ve çoğalma tanrıçalandır. Bu figürleri, tanrılara, insanlara ve hayvanlara can verdiğine inanılan Büyük Ana Tanrıça ile karıştırmamak gerekir.